İzninizle bugün siz değerli okurlarıma, eski PTT Başmüdürümüz şimdi ise PTT Strateji Daire Başkanlığı Müşavirliği görevine getirilen Sayın Mehmet Örsdemir ile ilgili birkaç söz söylemek istedim.

      Afyonkarahisar iline liyakat sahibi müdürler her zaman gelmiyor, gelenlere de sahip çıkamıyoruz. Örsdemir; ilimizde göreve başladığı ilk günden görevi teslim ettiği son güne kadar,  önce ülkem ve şehrim diyen bir PTT Başmüdürüydü.

    Bir önceki İl Milli Eğitim müdürüne 12 yıl katlandık, hizmet aşkıyla yanan PTT Başmüdürüne ise 6 yıl zor katlandık.

Biz müdürümüzden hizmet istemedik. “Sayın Başmüdür otur oturduğun yerde etliye sütlüye karışma. E ticaret senin neyine, yöresel Afyon ürünlerini tanıtmak sana mı düştü. Afyonkarahisar’ı lojistik merkezi yapmak senin ne haddine. PTT’ye yer kazandırmakla ne yapmak istiyorsun, kirala gitsin, milletin parası gidecek senin cebinden mi gidecek. Personele sahip çıkmakla ne amaçlıyorsun, işten at gitsin” dedik, dediniz, dediler…

    Başmüdür Örsdemir “ OLMAZ dedi. Ben hizmet için geldim. Ben şehrime kazandıracağım. Ben Afyonkarahisar’ı lojistik merkezi yapmak istiyorum. Ben istihdamı artırmak istiyorum. Ben personelimi korurum, kimsenin ekmeği ile oynamam” dedi, demek istedi.

     Yerine ulaşmayan bir posta gönderisinin, bir kargo paketini yerine ulaşması için kimsenin kimliğine bakmadan çaba sarf etti.

     Örsdemir, mükafatını PTT Strateji Daire Başkanlığı Müşavirliği görevine getirilerek aldı. Yeni görevinde Sayın Örsdemir’e başarılar diliyorum. Allah yolunu açık etsin.

 Bizlere artık başlattığı projelerin takipçisi olmak düşer. Yeni Başmüdürümüze de başarılar diliyoruz.

Son sözüm,

“ İSTEDİKLERİ GİBİ BİRİ OLMAYINCA, İSTENİLMEYEN BİRİ OLUYORSUNUZ” !

  "Eğitim Sistemimizdeki Karmaşa: Yap Boz Tahtası"

Eğitim sistemimiz, ülkemizin en önemli sorunlarının başında yer alıyor. Her milli eğitim bakanı değiştiğinde sistemin yeniden yapılandırılması, eğitime dair bir belirsizliği beraberinde getiriyor. Bu durum, eğitim sistemimizin kanayan bir yarası haline geliyor.

Son olarak Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, liselerde sınıf tekrarının olmamasından kaynaklanan sorunları gündeme taşıdı. Söz konusu sorunlara dikkat çeken Bakan Tekin, yeni eğitim döneminde sınıf tekrarının olabileceğini belirtti. Ayrıca devamsızlıkla ilgili konuların da ele alınması gerektiğini vurguladı.

Bakan Tekin'in bu açıklamaları, uzun süre konuşulacak bir konu olacak. Ancak unutulmaması gereken bir gerçek var: Standartlara oturtulamayan bir eğitim sistemi. "Okula gitmesem de geçerim, çalışmasam da geçerim" düşüncesiyle hareket eden bir öğrenci kitlesi bulunuyor. Aynı zamanda dersten aldıkları öğrencinin performansı umurlarında olmayan ve özel ders vererek ekstra kazanç elde etmeyi hedefleyen bir öğretmen grubu da mevcut. Bunun yanı sıra, her şartta kendi koltuğunu korumayı ve siyasetçilere şirin görünmeyi amaçlayan idareciler de bulunmaktadır.

Yani, sınıf tekrarı uygulamasını getirseniz de, devamsızlık sebebiyle kalmayı öngören bir uygulamayı getirseniz de, eğer öğretmenlerde, öğrencilerde ve velilerdeki sistemsizlik değiştirilmezse, bu karmaşa devam edecektir. Öyleyse asıl mesele, eğitim sistemimizin yeniden yapılandırılması değil, sistem içindeki kişilerin eğitim anlayışlarının üzerine gitmektir.

 

Bizi geçmişe götüren, geçmişe özlem duyduğumuz bir alıntı ile  bugünkü yazımızı sonlandıralım.

 

Biz neydik ne olduk…

Ah çocukluğumuz ah…

Banyo taburesine oturmadan önce su döken nesiliz biz.

Annemizin sinirlenince kafamıza ‘dannk’ diye ses çıkartan taslarla yıkandık.

Banyodan sonra havluya sarılıp sobanın yanına geçtik.

Saçlarımızdan düşen suları sobaya düşürür ‘cısss’ sesini dinlerdik.

En güzel mahalle maçlarını annemizin zamansız banyo yaptırmaları yüzünden kaçırdık.

Cumadan verilen ödevi pazar akşamı yapan nesiliz.

Aynı simidi 2-3 kişi yiyip aynı şişeden gazoz içtik.

Arkadaşın bisküvisinden alınca içi yanan değil, mutlu olan nesildik.

Anne terliğinin tadına doyumsuz bakmış, pazar banyosunu genelde leğende ülfet sabunu ve maşrapayı kafasına yiye yiye yıkanmış tertemiz çocuklardık.

Her sabun kokusunda çocukluğum aklıma gelir bu yüzden…

Bizler kardan adam yapıp erimesin diye dua eden çocuklardık.

Sokak oyunundan vazgeçemeyip,

Salça ekmek yiyip doyan çocuklardık.

Yere düşen ekmeği öpüp başımıza koyardık.

O günler çok çok güzeldi, hele hele bugünlerle karşılaştırıldığında.

Çocuk gibi çocuktuk biz!..

Huzur ve saygı da vardı, mutluyduk küçücük dünyamızda…

Sabahtan akşama kadar oyun oynardık.

Karnımızın acıktığını unuturduk oyun oynarken.

Gazoz kapaklarıyla oynayan çocuklardık.

Çelik çomak oynardık, çember çevirirdik, çomaktan bez bebekler yapardık, ekmeğimize toz seker atıp yerdik.

Ölen bir kuş görürsek gömer mezar yapar, dua okurduk, mutluyduk…

Çam ağacının kabuğundan araba traktör yapardık, yaramazlık yapardık annemizden dayak yememek için saklardık, ilkokulda soba ile ısınırdık…

Biz küçükken çok büyüktük.

Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık.

Güzeldik biz küçükken.

Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik.

Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer; veli nimetti bizim için, çok lükstü, hayaldi belki de…

Bizler bahçeli evlerimizde çevremizdeki insanlara güvenerek büyüdük.

Annelerimizin dizlerinin dibinde sokakların, bahçelerin, ağaçların, tozun toprağın kokusunu içimize çekerek büyüdük.

Kapı önlerine paspas serip evcilik oynardık, kapı önünde çizgili oynardık, kaldırım taşına oturur saatlerce oyalanırdık…

Oyuncaklarımız, mutfak eşyalarımız yoktu…

Ekmeğin arkasındaki kağıdı sökmek için uğraşırdık, hep kağıt kalırdı…

Bizim hiçbir şeyimiz yoktu; ama yine de mutluyduk.

O günleri yine doya doya yaşamak için neler vermezdim ki..!

Biz çocuk gibi çocuktuk…

 

Tekrar birlikte oluncaya kadar sağlığınıza ve insanlığınıza iyi bakın…