Efeler ilçesi, Aydın'da, KYK Güzelhisar Kız Öğrenci Yurdu'nda trajik bir asansör kazası yaşandı. 22 yaşındaki genç üniversite öğrencisi Zeren Ertaş, ne yazık ki bu kaza sonucu hayatını kaybetti.
Bu üzücü olay, Türkiye genelindeki asansör denetimlerinin eksikliğini ve yetersizliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Hafızalarda deprem felaketlerinden sonra yapı denetimlerinin bir süreliğine gündeme oturmasını tekrar canlandırdı. Ancak gündem değiştikçe, görünen o ki, eski alışkanlıklarımıza dönüyoruz, belki de hiç sonuç almadan.
Bu yeni asansör kazası, kamusal alanda ve özel sektördeki asansörlerin gereken kontrol ve bakımlardan geçmediğini, güncel standartlara uygun olmadığını ve ne yazık ki bir felaketin habercisi olabileceğini bir kez daha hatırlattı. Ancak acı bir gerçek olarak, tedbirler genellikle bir acı yaşandıktan sonra devreye giriyor. İnsan hayatının maddi maliyetle karşılaştırıldığı bu durum, asıl sorunun ne olduğunu gözler önüne seriyor.
Peki, daha fazla kayıp vermemek için hangi adımları atmamız gerekiyor? Bir sorunun çözümünde toplumun bireyleri olarak bizim de payımız var. Asansör güvenliği konusunda bilinçlenmeli, asansör bakım ve kontrol hizmetlerine daha fazla önem vermeliyiz. Örneğin, yaşadığımız apartmanın asansörünün düzenli olarak denetlenip denetlenmediğini, bakımının yapılıp yapılmadığını kontrol edebiliriz.
Avrupa standartlarındaki gibi düzenli ve etkin denetimlerin hala neden uygulanmadığı, aklımıza gelen bir diğer soru. İnsan hayatını korumak için sonuç odaklı bir denetim sistemini hayata geçirmeli ve bu süreci şeffaf bir şekilde yönetmeliyiz. Bütün asansörlerin standartlara uygun olması için yetkilileri göreve çağırıyoruz.
Umarız bu trajedi, daha fazla yaşanmaması için gereken önlemlerin alınmasında bir dönüm noktası olur. İnsan hayatı paha biçilemez ve her birimizin elinde bu tür kazaları önlemek için bir şeyler yapmak var.
***
Şiddete Karşı Toplumun Cevabı: Önleme, Eğitim ve Farkındalık
"Ülkemizde şiddet akıl almaz bir tırmanışta ve önlenemiyor. Her gün yazılı ya da sözlü basında darp edilen kiracılar, dövülen doktorlar, hastanelik olan öğretmenler, birbirini sokak ortasında kurşunlayan insanlar, öldürülen kadınlar, kan ve cinayetle sonuçlanan alacak verecek çatışmaları haberleri var. En büyük korkum bunu bir süre sonra kanıksayacak bir halkın yaratılması. Aynı durumu 1970’li yıllarda da bize yaşatmışlardı. TV’lerde, gazetelerde “Bugün kim öldürülmüş“ diye haber okur, dinlerdik. Üzülürdük elbette ama bize, bu durumu olağanmış gibi kanıksatmışlardı.
Gelir eşitsizliği, aşırı yoksulluk, toplumsal ve aile yapılarının bozulması, sosyal normlar ve kültürel faktörler, ruh sağlığı problemleri, alkol ve uyuşturucu kullanımı, zayıf yönetime ve yolsuzluklara göz yumma, çevrimiçi platformlardaki radikalleşme ve yabancı düşmanlığı gibi olgu ve durumlar şiddetin artmasına neden oluyor.
Buna karşın şiddetin önlenmesi, iktidarın ve toplumun temel sorumluluklarından biri olmalıdır. Planlı ve mantıklı bir biçimde ilerlemek, şiddeti tamamen ortadan kaldırmasa da hafifletme yolunda bir adım atabiliriz. Eğitim ve farkındalık yaratma, sosyal hizmetlere erişimi sağlama, kolluk kuvvetleri ile toplum arasında güven oluşturma, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözme, ateşli silahları kontrol altına alma, şiddete meyilli bireyleri belirleme ve uygun müdahalelerde bulunma, adil ve eşit bir adalet sistemi oluşturma gibi stratejiler yardımcı olabilir.
Ancak, unutulmamalıdır ki şiddetin önlenmesi, bireylerden toplum yapılarına, hükümetten uluslararası kuruluşlara kadar çok çeşitli düzeylerde iş birliği gerektirir. Öncelikle barış dili kullanmayı, sonra bu dili kullanarak daha içten, huzurlu ve güvenli bir toplumu teşvik etmeyi öğrenmeliyiz. Bu, öncelikle iktidarın görevi ve sorumluluğu olmalıdır.
Sevgili okurlarım Arnavut Ciğerinin hikâyesi ile yazımızı noktalayalım.
Arnavut ciğerinin hikâyesi, taa Osmanlı dönemlerine dayanıyor. Osmanlı’da taş işçileri genelde Arnavut olurmuş ve karınlarını sıklıkla tane hesabı ile satıldığı için ekonomik olan ciğerle doyururmuş. Arnavutlar, Osmanlı’ya gelirken yanlarında seyyar ciğer satıcılığı âdetini de getirmiş. Bu sayede ciğer Anadolu’da gittikçe yaygınlaşmış ve taş işçiliği kadar sakatatçılık da Arnavutlar ile anılmaya başlamış.
Arnavutlar, kızartıp yedikleri ciğeri Osmanlı halkının çok sevdiğini görünce bu sefer eski seyyar satıcılık geleneğine geri dönmüş ama bu sefer çiğ değil, kızarmış olarak ciğer satarak. Tüm bu olaylar, kızarmış ciğerin Arnavut ciğeri olarak anılmasına sebep olmuş.
Tekrar birlikte oluncaya kadar sağlığınıza ve insanlığınıza iyi bakın efendim.