CEHENNEMLİK KADINLARIMIZ

Yıllardır tesettürle ilgili bir tartışmanın kısır döngüsünde kısılıp kaldık. Toplumsal ve siyasi gündemimizin ilk maddesi kadının örtünmesi oldu. Bu yaklaşımı biraz daha daraltarak, olayı türbanın simge olarak kavgasına dönüştürdük. Türbanla kalktık ve türbanla yattık. Türbanın dinimizde iyi bir Müslüman olmak için yeterli olmadığını, türbanla bir yere varılamayacağını, geçen gün gözüme takılan bir köşe yazısında bütün çıplaklığıyla gördüm. Türban takanların, İslamiyetin diğer şartlarını yerine getirmedikçe cennete gidemeyecekleri bu yazıda vurgulanarak ifade ediliyordu. Milli Gazete’nin yazarının “Müslümanım diyen ey hanımlar, kızlar!’’ başlıklı yazısındaki önemli tavsiyeleri kısaltarak aşağıya alıyorum: “En iyi barınağınız, her şeyden evvel kendi evinizdir. Size yakışan bir vakarla evinizde oturunuz. Evinizin işlerini görünüz ve evinizle ilgileniniz. Zaruret icabı sokağa çıkmanız gerekiyorsa, bu konuda size izin verilmiştir. Fakat iffetinizi ve namusunuzu korumalısınız. Herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmeyiniz. Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız. Gözler aracılığıyla insanların gönüllerini avlayacak şekilde güzellik gösterilerinde bulunmayınız… Hele kırıtarak hiç yürümeyiniz. Mücevherlerinizi, bilezik ve sairenizi gizleyiniz. Bunları şangırdatarak, seslerini duyanların gönüllerini avlamaya kalkmayınız… Gülerek, işvelenerek konuşmayın. Naz ve cilve yaparak hitap etmeyin… Kadının cilve yaparak konuşması haram kılınıp, yasaklanmıştır… Bu prensipleri nazarı dikkate aldığınız takdirde sokağa çıkmanızda her hangi bir sakınca yoktur. İhtiyaçlarınızı görmek için evlerinizden dışarıya çıkabilirsiniz. İşte Kuran-ı Kerim’in ahlakı bunlardır… Osmanlı Devleti zamanında hiçbir padişah, hiçbir sadrazam, hiçbir paşa, hiçbir bürokrat hanımlarını yanlarına alıp, toplumsal ve kamusal alana taşımamıştı. İslam dininde, tesettürlü de olsa Müslüman devlet adamlarının kadınları, erkeklerin arasına karışmaz. Osmanlı toplumunda Müslüman kadınlar trenlerde, vapurlarda, tramvaylarda kendilerine mahsus, özel bölümlerde seyahat ederlerdi. Yine Müslüman hanımlar lokanta ve muhallebicilerin ailelere tahsisi edilen bölümlerinde yemek ve tatlı yiyebilirlerdi. O bölgeye, kocaları da olsa erkekler giremezdi. “Sayın  kişi dindar bir Müslüman imiş, hanımı başörtülü imiş… Yüksek tepeye çıkınca, hanımı ile birlikte resepsiyonlara, davetlere, toplantılara, içkili ziyafetlere katılacakmış. İslam’da böyle bir şeyin yeri yoktur. Böyle
bir şey dindarlıkla, Müslümanlıkla olması mümkün değildir… ‘’ Yukarıdaki ifadeleri dikkatli bir şekilde, hazmederek bir defa daha okursanız, büyüklerimizin bizi, hakiki Müslüman bizleriz diye nasıl aldattıkları gerçeği bir defa daha ortaya
çıkar. Yukarda yazılanlara uygun hareket eden kaç tane büyüğümüz var, söyleyebilir misiniz? Allah-ı Teala günahkarların cezasını elbette verecektir, hiç şüpheniz olmasın!
Benden söylemesi.