Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda ‘26 Ağustos Gecesi Saatler’ başlığı altında Afyon’da yükselen Milli Mücadele ruhunu ve Mustafa Kemal Atatürk’ün zafere olan inancını bu dizelerle anlatıyor. Biz de Odak Gazetesi’nde, tarihte dönüm noktası olan olayları ve sembol şehirleri anlatacağımız yazı dizisinin ilk şehrinde, Afyonkarahisar’da bu çoban ateşinin nasıl yakıldığını anlatacağız. Türk tarihi konusundaki çalışmalarıyla tanıdığımız, değerli hocamız Prof. Dr. Ahmet Altıntaş bu yolculuğumuzda bize rehberlik edecek. Ahmet hocamız 1966 yılında Afyon’da doğmuş ilk, orta ve lise eğitimini burada tamamlamıştır. Tarih lisansını Selçuk Üniversitesinde, yine aynı branştan yaptığı yüksek lisans ve doktorasını ise İstanbul Üniversitesinde tamamlamıştır. 2009’da Doçent, 2017 yılında ise Profesör unvanını almış, halen Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde görev yapmaktadır.
Hatice Alanoğlu: Mondros Mütarekesinden TBMM’nin açılışına kadar geçem süreçte Afyonkarahisar’da yaşanan gelişmeleri sizden bilgi alabilir miyiz?
Prof. Dr. Ahmet Altıntaş: Osmanlı Devleti, İttifak Devletleri safında katıldığı Birinci Dünya Savaşı'nda (1914-1918)'de beş yıl süreyle muhtelif cephelerde savaşmak zorunda kalmış, kahramanca çeşitli cephelerde mücadele etmiş, en güzide varlıklarını bu savaş meydanlarında kaybetmişti. Savaşın son yılına gelindiği, savaşan devletlerin barış özlemlerinin arttığı bir dönemde, A.B.D. Başkanı W. Wilson'un 8 Ocak 1918 tarihinde 14 ilkeden oluşan bildirisini açıklaması, savaşı kaybetmek üzere olan İttifak Devletleri'nce ümitle karşılanmıştı. Ancak İtilaf Devletleri daha sonra bu ilkelere uymadıkları gibi, uluslararası antlaşmalara da sadık kalmamışlar, Wilson da ilkelerinden tavizler vermişti. İttifak Devletleri, 1918 yılı sonlarında yenilginin kaçınılmaz olduğunu görmüşler, bu sebeble de ağır şartlar taşıyan ateşkes antlaşmalarını kabül etmek zorunda kalmışlardı. 29 Eylül 1918 tarihinde İtilaf Devletleri'yle ilk mütarekeyi Bulgaristan imzalamıştı. Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi, Osmanlı Devleti'nin müttefikleriyle olan kara bağlantısını kesmiş, Trakya ve İstanbul, Balkanlar üzerinden gelebilecek istilalara açık hale gelmişti. Milne ordusu, Bulgaristan'dan Trakya'ya doğru ilerlemekteydi. Osmanlı Devleti'nin diğer cephelerinde de durum iyi görünmüyor, Müttefik cephelerinde de yenilgiler sürüyordu. Almanya'nın mütareke isteğinde bulunmasından bir gün sonra, Avusturya ve Osmanlı Devleti de barış isteğinde bulunmuşlardı. Talât Paşa Hükûmeti'nin müttefikleriyle de anlaşarak Wilson'a yapığı müracaat cevapsız kalmış, daha sonraki mütareke isteklerine de bir cevap alamamıştı. Zira, İtilaf Devletleri bunun için Osmanlı Devleti üzerinde gerekli baskıyı sağlamak üzere, Trakya'da ilerleyen Milne Ordusu'nun etkili bir duruma gelmesini, İngiliz Donanması'nın Çanakkale önünde toplanmasını bekliyorlardı. Sonuçta Talât Paşa kabinesinin istifasıyla (8 Ekim 1918) yerine geçen Ahmet İzzet Paşa Hükûmeti'nin mütareke için arabulucu olarak görevlendirildiği esir İngiliz Generali Towhsend'in girişimi ile 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Mondros Mütarekesi, İtilaf Devletleri'nin savaş sırasında aralarında imzaladıkları gizli paylaşma antlaşmalarının uygulanmasını kolaylaştıracak bir nitelikte hazırlanmıştı. Osmanlı Devleti'nin düşmanlarına kayıtsız şartsız teslim olduğu anlamına gelen hükümler taşıyordu. Mütareke, Türk Milleti'ne hayat hakkı tanıyıp tanımamayı galiplerin insafına bırakmaktaydı. Padişah şartları ağır bulmakla beraber, mütarekeyi imzalamak mecburiyetinde kalmıştı. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, yenildiğimiz için yenenlere çaresiz başeğmek gerektiğini, mütarekenin mevcut şartlar içersinde yapılabilecek en iyi mütareke olduğunu, Almanya ile yapılan mütarekeden daha iyi şartlar taşıdığını göstermeye çalışıyordu. Bununla beraber ileriyi gören vatansever, Devlet-i Ebedmüddet anlayışına sahip, nizâmın devlet otoritesiyle sağlanacağında birleşen, dirlik ve düzenin ancak bununla mümkün olabileceğine inanan aydınlar, mütarekenin bazı maddelerinin sakladığı tehlikeleri seziyor, bağımsızlığın tehlikeye düştüğünü görebiliyorlardı. Mustafa Kemâl Paşa, mütarekenin yanlış anlaşılabilecek, aleyhimize yorumlanabilecek açık olmayan maddelerine dikkat çekiyor, Ali İhsan Paşa da emrindeki ordunun ağırlıklarının olması kuvvetle muhtemel bir Millî Mücadele'nin yapılmasında hayatî rol oynayacağından, Anadolu'nun içlerine taşınmasını tavsiye ediyordu. İstanbul'a, bu hükümlerin açıklığa kavuşturulmasından önce eldeki kuvvetlerin terhis edilmemesini, aksi halde düşmanın sonsuz ihtiraslarının engellenemeyeceğini bildiriyordu. Mondros Mütarekesi içerisinde taşıdığı tüm tehlikelere rağmen, savaşın sıkıntılarından bıkan ve barışa susayan halk arasında bir ferahlık yaratmış, ancak bu durum çok kısa sürmüştü. Galipler, mütareke şartlarını pervasızca çiğneyerek, ülkenin en stratejik ve en zengin bölgelerinin işgaline girişmişlerdi. Bu durumdan cesaret bulan azınlıklar da, eskiden beri var olan gizli cemiyetlerine yenilerini de eklemek suretiyle yıkıcı ve bölücü faaliyetlerini hızlandırmışlardı.
Hatice Alanoğlu: Bu durum bilhassa gizli cemiyetleri cesaretlendirmiştir desek yanlış olmaz o zaman. Hocam peki müterakenin hemen ardından Anadolu’da Yunan işgali başladı. Işgaller karşısında Afyonkarahisar’da yaşanan gelişmeler nelerdir ?
Prof. Dr. Ahmet Altıntaş: Mondros Mütarekesi imzalandığında Afyonkarahisar'da mutasarrıf olarak Anastas bulunuyordu. Ancak bu mutasarrıf, pasif davranışları yüzünden azledilmiş yerine Mahmut Mahir Bey tayin edilmişti. Mahmut Mahir Bey, Sivas Kongresi kararlarını tanımamakta ısrar ediyordu. Aynı zamanda da Millî Mücadele aleyhtarlığı yapıyordu. Mutasarrıfın İngilizlerden gizli olarak para aldığı yolunda iddialar da mevcuttu. Bu iddiayı güçlendirecek haberleşme kayıtları da ele geçirilmişti. Afyonkarahisar Kuva-yı Milliye Teşkilâtı'nın da gayretleriyle Afyonkarahisar'dan uzaklaştırılmış yerine vekil olarak Kadı Mustafa Hulusi Efendi tayin edilmişti. Kadı Mustafa Hulusi Efendi, Afyonkarahisar mutasarrıflığı görevini 15 Kasım 1919 tarihinde Ethem (Tuncel) Bey'e bırakmıştı. Ethem Bey, ilk Afyonkarahisar mutasarrıflığı görevini 5 Ağustos 1920 tarihine kadar devam ettirmişti. Daha sonra ikinci defa Afyonkarahisar'a tayin edilen Ethem Bey, 28 Ocak 1921 tarihinde resmi olarak tekrar görevine başlamış ve 4 Haziran 1921 gününe kadar Afyonkarahisar'da kalmıştı. Afyonkarahisar’ın ikinci defa Yunanlılar tarafından işgal edilmesinden sonra, önce Sezai Bey mutasarrıf olmuş daha sonra da düşmanın işgal edemediği daha iç bölgelere gidemeyen Kabaağaçlıoğlu Mehmet Sabit Bey mutasarrıf tayin edilmişti. Bu mutasarrıfın Yunan işgali sırasında görev alması o zaman için bazı tepkilere yol açmış ise de, görevde kaldığı sürede Afyonkarahisar halkı için oldukça faydalı hizmetler yapmaktan geri durmamıştı. Sabit Bey’in de gayretleriyle Yunan İşgal Kuvvetlerinin her türlü ihtiyacı o sırada Afyonkarahisar’da bulunan Ermeniler tarafından karşılanmış, böylece Müslüman halk az da olsa zarar görmekten kurtulmuştu. Sabit Bey, Büyük Taarruz’dan hemen önce Yunan İşgal Kuvvetleri tarafından tutuklu olarak götürülmüştü. Bu dönemde Afyonkarahisar Belediye Başkanı Halil Ağa idi. Halil Ağa da Beyyazı Köyü’ndeki çiftliğinde Yunan İşgal Kuvvetleri’nin önde gelen komutanlarını ve eşlerini ağırlamış, eğlenceler düzenlemiştir. Bu durum Halil Ağa’nın halk tarafından “Yunancı Oldu” eleştirisine uğramasına sebep olmuş ise de gerçekte Halil Ağa, kurmuş olduğu iyi ilişkiler sayesinde elde etmiş olduğu bilgileri Türk Ordusu’na aracılarla aktarmıştı. Halil Ağa’nın dolaylı olarak vermiş olduğu bu bilgiler, zaferin kazanılmasında da etkili olmuştu. Mustafa Kemâl Paşa da Halil Ağa’nın işgal döneminde yapmış olduğu hizmetleri takdir etmiş bu nedenle Halil Ağa, 1928 yılına kadar Belediye Başkanlığı görevini sürdürmüştü. İşgalden sonra şehri doğal olarak Yunanlılar yönetmişlerdi. Afyonkarahisar ahalisi ise hayatından hiç de memnun değildi. Rüşvetten, yolsuzluktan ve memurların sorumsuz davranışları yüzünden şikayetçi, olmuş adalet ve hukuk rafa kalkmış yerine işgalin hukuku geçerli olmuştu.
Hatice Alanoğlu: Peki mütareke sonrası şehirdeki siyasi atmosfer nasıldı hocam?
Prof. Dr. Ahmet Altıntaş: Afyonkarahisar ve çevresi, 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi'nin hemen arkasından İngilizler tarafından 17 Kasım 1918 tarihinde işgal edilmişti. İngilizler, bu günkü Afyonkarahisar Lisesi yönetim binasını genel karargah olarak kullanmışlardı. Lise sınıf binalarını da askerlerinin ikameti için işgal etmişlerdi. İngiliz İşgal Kuvvetleri genellikle Hintli müslümanlardan oluşuyordu. Afyonkarahisar’ın stratejik bir mevkide bulunması Fransızların da bölgeyi işgal etmelerine neden olmuştu. Fransızlar, Afyonkarahisar İstasyonu binalarına yaklaşık 200 kişilik bir kuvveti 16 Nisan 1919 tarihinde yerleştirmişlerdi. İtalyanlar ilk olarak 14 Mayıs 1919 tarihinde 3 Subay ve 150 askerle Afyonkarahisar’dan geçerek Akşehir’e gelmişler askerlerin bir kısmını Akşehir’de bırakmışlardı. Buradan geriye dönen İtalyan birliği İngilizlerin kendilerine bıraktıkları İstasyon Binası’na yerleşmişlerdi. Bu ön işgalin ardından takviye edilen İtalyan kuvvetinin sayısı 21 Mayıs 1919'da gelenlerle birlikte iki subay ve 262 ere ulaşmıştı. İtalyanlar da kendilerine Afyonkarahisar Lisesi karşısında bulunan Askerî Daire binalarını ikametgâh olarak tercih etmişlerdi. Görüldüğü gibi, Afyonkarahisar ve havalisi, stratejik ehemmiyetinden dolayı üç devlet tarafından işgal edilmiş sonra da Yunan işgaline maruz kalmıştı.
Hatice Alanoğlu: Afyonkarahisar işgal altındayken Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti’nin faaliyetleri nasıl başlamıştır, nasıl şekillenmiştir?
Prof. Dr. Ahmet Altıntaş: Afyonkarahisar Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasında hiç şüphesiz yukarıda ifade etmeye çalıştığımız genel kuralların yanında yöreye özgü nedenler de etkili olmuştu. İtalyanların işgali İngiliz ve Fransızların işgallerinde olduğu gibi hoş karşılanmamış İkinci Ordu Müfettişi Cemal Paşa Afyonkarahisar’daki 23. Tümen Komutanlığı’na yazmış olduğu 20 Haziran 1919 tarihli yazıda İtalyanların Burdur ve Isparta yönünde ilerlemelerine engel olunmasını istemişti. Bütün bu gelişmelerin yanında stratejik öneme sahip 23. Tümenin 5 Temmuz 1919 tarihli bir yazıda da belirtildiği gibi takviye edilerek her yönden geliştirilip donanımının sağlanması, asker ve subay sayısının artırılması konusunda gerekli girişimlerde bulunulmuştu. Afyonkarahisar’ın merkez ve kazalarında da Sivas Kongresi’nde alınan karara uygun olarak Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti’nin Afyonkarahisar şubesi açılmıştı. Afyonkarahisar’da zaten fiili bir yapılanma mevcuttu. Yarbay Bayatlı Arif Bey başta olmak üzere, 23. Tümen Komutanı Yarbay Ömer Lütfi Bey, Müftü Hüseyin Bayık Bey, İsmail Şükrü Hoca, Müderris DehşetizâdeNebil Efendiler olmak üzere bir kısım ahali mücadeleyi fiili olarak başlatmışlardı. Bunlar Müftü Hüseyin Bey, başkanlığında, Turunçzade Yusuf Bey, Ethemzâde Hacı Hüseyin Bey, DehşetizâdeNebil Efendi, Nakibüleşraf Ömer Efendi, ulemadan Hacı Hafız Efendi, Akosmanzâde Hacı Hüseyin Efendi gibi önde gelenler tarafından Redd-i İlhak adında bir cemiyet kurmuşlardı. Bu teşkilat daha sonra Sivas Kongresi öncesinde Bayatlı Arif Bey tarafından İmaret Camisinde yapılan halk toplantısında Müftü Hüseyin Bey, başkan olmak üzere azalıklara ise Nakibüleşraf Ömer Efendi, ulemadan Hacı Hafız Efendi, Gümüşzâde Bekir Efendi, DehşetizâdeNebil Efendi ile Mevlevi Şeyhi Raşid Dede seçilmişti. Heyetin faal üyeliklerine ise Kübelzâde Hacı Hafız, Çarıkçı Hacızâde Nuri, Hacı Arifzâde Niyazi ve Aşkarzâde İbrahim Efendiler getirilmişti. Böylece Afyonkarahisar’daki millî direniş hareketi, Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti adını alarak yasal faaliyetlerine başlamış ve ilk iş olarak İmaret Camisi önünde cephelere gönüllü göndermek üzere faaliyete geçmişti.
Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti, o dönemde Afyonkarahisar’da Millî Mücadeleye zarar veren ve zarar verebilecek her türlü eyleme karşı gerekli tedbirleri almaya gayret etmişti. Halkın moralini yüksek tutmak, gerekli lojistik desteği sağlamak için gerekli çabayı göstermişti. Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti, İngiliz işgal kuvvetleri tarafından tercüman olarak kullanılan Ermeni Hem’in İngilizlerle Türklerin arasını bozmak için gayret sarfettiğini gözlemlemiş ve bu şahsın Afyonkarahisar’dan uzaklaştırılması konusunda gerekli çabayı göstermişti. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin faaliyetlerinden birisi de Muhasebeci Kohen Efendi’nin faaliyetlerine karşı tavır almasıydı. Muhasebeci Kohen Efendi, halk arasına girerek Millî Mücadele aleyhine kışkırtıcılık yapmakta, İtilaf Devletleri lehine casusluk faaliyetlerinde bulunmaktaydı. Bunun üzerine Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti 22 Haziran 1919 tarihinde gerekli yerlere bir yazı göndererek sözkonusu kişinin şehirden uzaklaştırılarak bir başka yere görevlendirilmesini istemişti. Adı geçen muhasebeci kısa bir süre sonra görevinden alınmıştı. Bu tepkileri ve protesto metinlerini Afyonkarahisar’daki Halk Sözü Gazetesi’nin yayınlaması üzerine 9 Eylül 1919’dan önce Afyonkarahisar’daki İdadi binalarını İngilizler, işgal etmişlerdi.
Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti, Sivas Kongresi’nin devam ettiği günlerde de Afyonkarahisar’daki işgal kuvvetlerine karşı faaliyetlerini sürdürüyordu. İngilizler Mondros Mütarekesi sonrası halkın elinde bulanan silah ve mühimmatı toplayarak Gazhane Deposu’nda depolamaktaydılar. İngilizlerin koruması altında bulunan ve kapısında İngiliz askerlerinin nöbet tuttukları halde Gazhane binasının penceresinden girerek almışlar Erkmendağı’na götürmüşlerdi.
Ali Fuat Cebesoy bu olayı, “ Afyon’da askerî depolarda bulunan silah ve cephaneyi millî mıntıka haricine çıkarmak isteyen üç yüz kişilik bir İngiliz müfrezesinin teşebbüsü yine halkın birlik ve mukavemeti karşısında akamete uğramıştı. Bu vaziyetten ürken İngilizler, umur-ı dahiliyemize karışmadıklarını, karışmayacaklarını ve yakında İstanbul’a gideceklerini söylemeye başlamışlardı. Bu suretle Afyonkarahisar da kolaylıkla kongreye tabi olmuştu.” sözleriyle dile getirmiştir.
Başka bir gecede eski fırka komutanlığı olarak kullanılan, Afyonkarahisar Lisesi binasına karşı yapılmış bulunan binayı ki, sonradan yıktırılmıştı. Bu binada işgal kuvvetleri tarafından halktan toplatılan silahlar konulmuştu. Bu binaya da arka duvar delinerek girilmiş silah ve techizat da ele geçirilmişti.
Bu dönemde Yunanlılar Alaşehir’i işgal edip Bintepeleri’ne kadar gelmiş bulunuyorlardı. 23. Tümen komutanı Ömer Lütfi Bey, durumu yakından görmek için bu bölgeye gitmiş, bunu fırsat bilen İngiliz kuvvetleri 23. Tümenin yerleşim yeri olan Erkmen’i basarak daha önce depolardan kaçırılan ne kadar silah ve mühimmat varsa el koymuşlardı. Bu sırada Ömer Lütfi Bey de dönmüştü. Ömer Lütfi Bey, dönmekte olan İngiliz kuvvetlerini Kızılburun’da yakalayarak beraberlerinde götürdükleri top kamalarını v.b. mühimmatı bıraktırmıştı. Olayın ertesi günü İngiliz komutan tarafından Ömer Lütfi Bey ve bazı önde gelen zevata uyarı amaçlı bir çay ziyafeti verilmişti. Ziyafet gecesi Erkmen’de asker bulunan Hacı Müezzinzâde Hasan Efendi oğlu Fevzi Efendi, bu durumdan yararlanarak İngilizlerin harp malzemelerini depo ettikleri odanın bacasından içeri girerek burada bulunan silah ve cephaneyi ip kullanmak suretiyle yukarı çektirmiş, önemli miktarda silah ve cephane elde edilmişti. Böylece kapısında mühür olan ve kilitli bulunan odadaki savaş malzemeleri ele geçirilmişti.
Ayrıca, İngilizler tarafından Mondros Mütarekesi sonrasında toplanan ve milis kuvvetleri tarafından çeşitli nedenlerden dolayı elde edilemeyen silah ve cephanenin İstanbul’a trenle sevk edileceğinin haber alınması üzerine makiniste gizlice talimat verilerek Dereboğazı’nda güya bir arıza var bahanesiyle trenin durması sağlanmıştı. Daha önce buraya gelmiş olan Millî Kuvvetler İngiliz askerlerini esir almış bir vagon askerî malzeme Erkmendağı’na bu şekilde götürülmüştü. Bu faaliyetlerin yürütüldüğü sırada 11 Eylül 1919 günü Afyonkarahisar’daki Millî Mücadele’yi daha da güçlendirecek olan Yarbay Arif Bey, (Bayatlı) beraberinde 150- 200 atlı ile Ömer Lütfi Bey’e katılmıştı.
Böylelikle işgal kuvvetleri tarafından halkın elinden alınan silah ve cephaneler, Müdafa-yı Hukuk Grubu’nun çalışmaları neticesinde Millî Mücadeleye kazandırılmıştı. Bu dönemde bütün cephelerde kolordu ambarlarından gizlice silah, cephane çıkarılarak Millî Mücadele için alt yapı oluşturulmaya çalışılmıştı. 23. Tümenin Alaşehir’deki 189. Alayının derhal Afyonkarahisar’a getirilmesi için Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın 20.12. 1919 tarihli bir emir yayınlamasına karşın, İzmir’e yakın bulundurulan bu alayın her ihtimale karşı daha gerilere çekilmesine Tümen Komutanı Vekili olan Ömer Lütfi Bey, itiraz etmişti. Nazır bunun üzerine, “Nezâret vaziyeti Ömer Lütfi Bey’den çok iyi bilir. Ömer Lütfi Bey’in yerine başkasını tayin ederek O’nun tümen komutanlığı vekâletine son veriniz”, emrine karşı Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa, bu emri o zaman için uygulamaya koymamıştı.
Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti, aynı zamanda bu dönemdeki hukuksuz uygulamalar karşısında da gerekli tavrı sergileme cesaret ve başarısını göstermişti. 20 Nisan 1920 tarihinde Demirci Mehmet Efe, her yörede olduğu gibi Afyonkarahisar’da da Belediye’ye ve Müdafa-yı Hukuk Cemiyet Başkanlarına emir göndererek askerlerinin ihtiyacı için 2.000 lira ve 2.000 çift yemeninin acele gönderilmesini istemişti. İstenilen para ve yemeninin gönderilmediği takdirde idam edileceklerini de söylemişti. Demirci Mehmet Efe’nin istediği para ve yemeniler gönderilemeyince yirmialtı gün sonra Sökeli Ali Molla, 80 kişilik bir kuvvetle gece yarısı Afyonkarahisar’a gelerek doğrudan doğruya Belediye’ye gitmişti. Bu arada şehrin ileri gelenleri Efe ile görüşmek için Belediye’ye gelmişler ve Efe’nin adamlarının ve hayvanlarının ihtiyaçlarını karşılamışlardı. Bulabildikleri kadar nakit parayı da Efe’ye teslim etmişlerdi. Bu arada Kuva-yı Milliye için toplanılan paralar konusunda hoş olmayan bazı söylentiler ortalıkta dolaşmaya başlamıştı. Bu durum üzerine Afyonkarahisar’da başta Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa olmak üzere, memleketin önde gelenleri, Uşak ve Alaşehir’den gelen İdâre ve İâşe Heyetleri temsilcileri, Hükümet Binası’nın Meclis Odası’nda sabaha kadar süren bir toplantı yapmışlardı. Toplantı sonucunda milis kuvvetlerinden 300 kişi için yapılan harcama ordudaki aynı sayıda askerin masrafları ile karşılaştırılınca, ordunun aynı sayıda askere üçte bir oranında para harcadığı tesbit edilmiş, bu durum başta Fevzi Paşa olmak üzere teftiş heyetini son derece memnun etmişti.
Bu teftiş neticesi Kuva-yı Milliye Başkanlarının eskisi gibi mülkiye memurlarının denetiminde olmak şartı ile görevlerine devam etmelerine karar verilmişti. Bu kararlar üzerine Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti üyeleri Mutasarrıf Bey’in odasında toplanılarak teftiş neticesi verilen kararlara uygun olarak Cemiyet başkanı Yusuf Bey, Sarban Köyü’ne giderek karakolun köylülerden topladığı 120 lirayı sahiplerine iade etmiş, Göbelzâde Hacı Hafız da Sinanpaşa’dan karakol vasıtası ile toplanılan 30 lirayı para alınan kişilere geri vermiş, Vaiz Ömer Efendi de diğerleri gibi, Çobanlar’a giderek 100 liranın sahiplerine iade edilmesine aracı olmuştu. Cemiyetin diğer üyeleri de cüzi miktarlarda başka yörelerde toplanan paraların sahiplerine geri iade edilmelerine yardımcı olmuşlardı. Fazladan toplanılan paralar çeşitli yörelerde iade edilirken Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti Azaları, halkın bir boşluk içinde olduğunu gözlemlemişler, bu durumu fırsat bilen bazı açık göz insanların çapulculuk yaptıklarını müşahede etmişlerdi. Bu izlenimlerini Mutasarrıf Ethem Bey’e ve Jandarma Alay Komutanı Halit Beylere aktarmalarına rağmen onlardan gerekli olumlu tepkiyi alamamışlardı. Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti, bu olumsuz durumun halkın Millî Mücadele’ye olan desteğini azaltacağı düşüncesiyle Mutasarrıf Ethem Bey ile Jandarma Alay Komutanı Halit Bey’in Afyonkarahisar’da görev yapmasının sakıncalı olduğu kararına varmışlardı. Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti, bu kararını üst düzey makamlara iletince Ethem Bey ve Halit Bey, Afyonkarahisar’daki görevlerinden alınmışlar, Ethem Bey’in yerine Sezai Bey Mutasarrıf olarak tayin edilmişti.
Bu olaylar, Afyonkarahisar ve yöresinde yaşanırken Anadolu’nun genelinde de Millî Mücadele halk tarafından gittikçe artan ölçüde desteklenmeye devam ediyordu. Buna paralel olarak Ankara’daki siyasî yapılanma yeni bir aşamanın eşiğine gelmişti. Bu yeni yapılanma için yurtun her yöresinden milletvekillerinin seçilerek Ankara’ya gönderilmesi istenmişti. Bu isteğe Afyonkarahisar Koçzâde Mehmet Şükrü Bey, Hoca İsmail Şükrü, Nebil Hoca, Tümen Komutanı Ömer Lütfi, Ali Vezir, Kadı Hulusi Beyleri seçerek, yerine getirmişti.
Afyonkarahisar Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti, Eylül 1920’nin ilk günlerinde Millî Mücadeleye oldukça önemli katkı sağlayan milis kuvvetlerinin toplanmasına da ön ayak olmuştu. Cemiyetin de katkılarıyla, Afyonkarahisar ve kazalarından gönüllü müfrezeleri meydana getirilmeye başlanmıştı. Bolvadin ve Emirdağ kazalarından Afyonkarahisar’a gelen 500 atlı ile 600 piyade büyük bir merasimle karşılanmış, bunların başında, yaşı yüze yakın Sultan Bey isminde ak sakallı bir ihtiyarın da atının üzerinde görünmesi, halk üzerinde büyük tesir bırakmıştı. Bu kuvvetler zafer duaları arasında Uşak Cephesi’ne gönderilmişler, Ankara da bu çabalardan dolayı memnunluk ve takdirlerini bildirmişti.
Hatice Alanoğlu: Hocam İzmir’in işgali yurdun dört bir tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Afyonkarahisar’ın tepkisi nasıl olmuştur?
Prof. Dr. Ahmet Altıntaş: İzmir’in işgal edilmesinin hemen ertesinde, Afyonkarahisar ve Afyonkarahisarın önde gelenleri bu olaya tepkisiz kalmamışlardı. Dehşeti Medresesi o zaman için Belediye Dairesi olarak kullanılmakta idi. Belediye dairesine 17 Mayıs 1919 günü sabah erkenden Afyonkarahisar’ın ileri gelenlerinden Akosmanzâde Hacı Hüseyin, Çobanzâde Avukat İsmail, Hoca Nebil, Müftü Hüseyin Fevzi Beyler, durumu değerlendirmek için bir toplantı yapmışlardı. Bu toplantıda Yunanlıların İzmir’e çıkmaları sonucunda ortaya çıkan tehlikeler, daha iç bölgelere ilerleme ihtimalleri karşısında neler yapılması gerektiği konusunda görüş alış verişinde bulunmuşlardır. Bu durum karşısında alınacak tedbirlerin ilki olarak da düşmanla mücadele etmek fikri benimsenmiş, Afyonkarahisar halkını toplayıp bir protesto mitingi düzenleyerek, Afyonkarahisar’da bulunan İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerine birer protestoname vermeyi uygun görmüşlerdi. Bu sırada Afyonkarahisar’da mutasarrıf Anastas isimli bir Rumdu. Alınan kararları hayata geçirmek için hiç vakit kaybedilmeden halk Belediye önüne toplattırılmış durum tüm açıklığı ile anlatılmıştı. İçinde bulunulan vahim vaziyet tüm çıplaklığı ile anlatılınca halkda büyük bir heyecan uyanmıştı. Halk tek vücut olmuş her ağızdan tek bir ses çıkmış işgal şiddetle eleştirilmişti. Halk canını, malını her şeyini vermeye hazır olduğunu tek ses halinde işgalcilere haykırmıştı. Hemen üç adet protestoname düzenlenmişti. Yukarıda adı geçen heyetle birlikte yanlarına Fransızca bilen bir kimse de alınarak İbtida’da oturan İngiliz temsilcisine gidilerek, mekteb talebesi gibi bir çoçuk- paçası geniş ve kısa pantalonlu- yani çıplak bacaklı idi, masasının üstüne protestoname konulmuştu. İngiliz temsilci protestonameyi eline bile almadığı gibi, “siz Ermenilere nasıl hakaret ettiniz”, demişti. Heyette bulunanlardan biri “biz Ermenilerle ilgili konuşmaya gelmedik, şu protestonamemizin hükümetinize ulaştırılmasını sizden istiyoruz”, demişti. İngiliz temsilci sorusunu tekrarlayarak elindeki bıçağını da ara sıra oynayarak, “Ermenilere neler yaptınız? Şimdi bu kadarcık şeye tahammül edemeyecekmisiniz”, sorusunu yöneltmişti. Heyet, İngiliz temsilci ile daha fazla birlikte olmanın kendilerine bir katkı sağlamayacağını görerek buradan ayrılmışlar ve Afyonkarahisar Askerlik Dairesi’nde bulunan İtalyan temsilcisine gitmişlerdi. İtalyan temsilcisi İngiliz temsilcisinin aksine olarak huzuruna gelen heyete karşı gayet iyi bir karşılama örneği sergilemiş ve protestonameyi almıştır. Bu sırada İtalyan askerleri de aynı binada ikamet ediyorlardı. Heyetin bundan sonraki güzergâhı İzmir İstasyonu’nda bulunan Fransız temsilciliği olmuştur. Temsilcilikte bulunan bir topçu subayı heyeti gayet nazik bir tarzda karşılayarak heyete iltifatlar etmiş, sigara, çay, badem şekeri ikramında bulunmuştu. Kendisine gelen heyetin sözlerini dinledikten sonra, kendisinin temsilci olmadığını, durumu temsilciye bildireceğini, temsilcinin Yunanlıların İzmir’e hangi gerekçelerle nasıl çıktıklarını araştırma maksadıyla İzmir’e gittiğini ifade etmişti. Fransız askerleri de temsilcinin bulunduğu binada ikamet etmekteydiler. 17 Mayıs 1919’da Mutasarrıf Anastas Bey, sabah Afyonkarahisar heyetini ve memleketin ileri gelenlerini huzuruna çağırmıştı. Bu heyet ve ileri gelenler Anastas Bey’in makamına vardıklarında mutasarrıfın yanında Fransız bir yetkiliyi görmüşlerdi. Mutasarrıf, yanında Fransız yetkili olduğu halde heyete Fransız komutanın dün Fransız temsilciliğine giden heyetle görüşme isteğinde bulunduğunu randevu saatinin ise yarın 18 Mayıs 1919 saat 13 olduğunu bildirmişti. Bu açıklamadan sonra heyet, mutasarrıfın yanından ayrılmıştı. 18 Mayıs 1919 günü heyet saat 13’de İzmir İstasyonu binasında ikamet eden Fransız Temsilcisinin yanına gitmişti. Temsilci, heyete, vermiş oldukları protestonameyi inceleyerek, ellerinden silahlarının alındığını oysa İzmir’e gelen Yunan ordusunun son derece modern silahlara sahip olan bir ordu olduğunu, bu modern orduya karşı savaşmanın çılgınlık olacağını, Yunan ordusuna karşı nasıl mücadele edeceklerini, sormuştu? Fransız temsilcisinin huzurunda bulanan heyet, “Biz Afyonkarahisarlılar, ellerimizde sopa, balta, satır ile karşı koyarız veya ölürüz ya da Yunan ordusunun elindeki silahları alarak onları kendi silahlarıyla perişan ederiz”, diye cevap vermişlerdi. Heyecanla verilen bu cevap karşısında Fransız temsilcinin korkudan elleri titremeye başlamış ve heyete soğukkanlılıkla görüşelim teklifini ileri sürmüştü. Bu durum birkaç defa tekrarlandıktan sonra, temsilci, siz mağlup bir milletsiniz, silahlarınızı bıraktınız dediğinde, buna cevap olarak heyet, Çanakkale Savaşlarını hatırlatmıştır. Bu tür cevaplar üzerine Fransız temsilci, dönemin savaş devresi olmadığını, sorunların kalemle çözülmesinin daha gerçekci olacağını, en doğru yolun Amerika, İngiltere, İtalya, Fransa gibi bir devletin mandası altına girmek olacağını söylemişti. Bunun üzerine Afyonkarahisar heyeti, ayağa kalkarak, kendilerinin hür yaşamak istediklerini bu mümkün olmaz ise ölümü tercih edeceklerini söyleyerek temsilciden sadece protestonamelerini Fransız hükümetine ulaştırmasını arzuladıklarını ifade ederek ayrılmışlardı.
Yunanlıların 16 Mayıs 1919 günü İzmir’i işgallerinin hemen ardından işgallerin bir sonucu olarak iç bölgelere göçler yaşanmıştı. Muhacirlerin en kolay konaklama yerlerinden birisi de Afyonkarahisar olmuştu. İzmir’in işgalinden başlayıp 13 Ağustos 1919 tarihine kadar geçen dönemde Afyonkarahisar ve bağlı yerleşim birimlerinde üç bin civarında çeşitli yörelerden gelmiş muhacir olduğu belirtilmekteydi. Afyonkarahisar mahallî idarecileri işgali fiilen bu dönemde kendi topraklarında görmeseler de etkilerini çok yakından hissetmişlerdi. Afyonkarahisar’daki mültecilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi, hastanelerdeki yatak sayısının artırılması, iaşe, yiyecek, ilaç vb. zaruri ihtiyaçlarının karşılanması, yeterli miktarda para bulunması Sandıklı’da malzeme bulunmasına karşın para olmadığından dolayı hastane açılamaması gibi sorunlarla karşı karşıya kalınmıştı. Afyonkarahisar’ın Yunanlılar tarafından işgaline kadar muhacirlerin yaşadıkları sorunlar hemen hemen aynı minvalde devam etmiş çeşitli defalar Muhacirin Müdüriyetine, Hilâl-i Ahmer’e müracaat edilerek gerekli olan nakit para ve malzeme istenmiş ise de yeterli miktarda para ve malzeme dönemin şartları gereği hiçbir zaman sağlanamamıştı.
Yunanlıların 16 Mayıs 1919 günü İzmir’i işgali sonrası yurdun her yöresinde yapılan protesto eylemleri, Afyonkarahisar’da da yapılmıştı. Afyonkarahisar halkı, yukarıda isimlerini verdiğimiz kişilerin önderliğinde, halkın bu işgal karşısındaki tavrını en üst seviyede dile getirmiştir. Bu protestoların ardından Afyonkarahisar halkı o dönemin ruhuna uygun olarak Millî Mücadele yanlısı bir tutum sergilemiş gittikçe artan bir şekilde tavrını sürdürmüştü. İzmir’in Yunan Ordusu tarafından işgal edilmesi Türk Milleti tarafından büyük bir felaket ve utanç verici bir olay kabul edilmişti. Türk Milleti Birinci Dünya Savaşı’nın en zorlu yıllarında başından geçen bütün sıkıntılara göğüs gerip sineye çekmiş ancak yaklaşık dörtyüz yıl egemenliği altında bulundurduğu bir milletin kendi kutsal topraklarına girmesini güzel İzmir’ini işgal etmesini, bir türlü içine sindirememişti. Mondros Mütarekesi’nin hemen arkasından başlayan işgaller, Türk Milleti’nde bir isyanın alt yapısını oluşturmaya başlamış ise de bunun kıvılcımı İzmir’in işgaliyle oluşmuştu.
Afyonkarahisar halkı da İzmir’in işgalinde yaşanan faciayı öğrenmiş halkın tepkisi de geçikmemişti. Afyonkarahisar’da İzmir’in işgaline karşı ilk tepki 16 Mayıs 1919 tarihinde Şuhut’ta gösterilmişti. Şuhut halkı adına Belediye Başkanı Hocazade Mustafa, halkın ileri gelenlerinden Hacı Bekir, Hacı Mehmet, Hacı Abdullah, Hüseyin, Mehmet, Hacı Bekir Hoca, Hoca İbrahim imzalarıyla Sadarete gönderilen protesto telgrafında, asırlardan beri Türklerin ve Müslümanların yaşadığı İzmir’in işgal haberinin işitildiği belirtilmişti. Telgrafta öz Türk yurdu olan İzmir’in Osmanlı idaresinden alınmasının kabul edilemeyeceği belirtilmiş kanlı göz yaşlarıyla İzmir’in tekrar Osmanlı İdaresi’ne bırakılması istirham edilmişti.
İzmir’in işgaline karşı Afyonkarahisar ve ilçelerinde protesto ve mitingler tertip edilmişti. İzmir’in işgali üzerine 27 Mayıs 1919 tarihinde Padişaha bir protesto telgrafı daha gönderilmişti. Protesto telgrafında; İzmir’deki Yunan işgalinin sürekli gelişerek tecavüz sınırlarını sürekli genişlettiğini, bunun bir istila hareketi olduğunu gören Afyonkarahisarlıların, bütün kasaba ve köylerinde yaşayanlarının 27 Mayıs tarihinde toplanarak, tek düşünce içinde millî varlık, millî hukuk ve bağımsızlıklarının teminine yönelik olarak şerefsadır olacak bir ferman bekledikleri ifade edilmişti. Telgrafta, bağımsızlık için çıkacak bir Padişah fermanı için kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarını, bütün maddi ve manevi varlıklarını Halifenin yüce hukukunu korumak için harcayacaklarını, bunu belirtmeye karar verdiklerini, dile getirmişlerdi. Afyonkarahisar’da 28 Mayıs 1919 tarihinde ikinci bir miting daha tertip edilmişti. Mitingin yaklaşık kırkbin kişinin katılımı ile gerçekleştiği belirtilmişti. Bu miting sonunda kaleme alınan protesto telgrafı bu defa Sadarete gönderilmişti. Protesto telgrafında; İzmir’in işgaliyle yetinilmediğini bu işgalin genel bir tecavüz hareketine dönüştüğünü, bunu gören bütün Afyonkarahisarlıların köylüsü ve şehirlisiyle ikinci bir miting düzenleme ihtiyacı hissettiğini yaklaşık kırkbin Afyonkarahisarlının millî varlığını, hukukunu, bağımsızlığını korumak için hükümetin alacağı kararların gerçekleşmesi için kanlarının son damlasına kadar savaşmaya hazır olduklarını, maddi, manevi varlıklarını bu kutsal amaç için harcamaktan çekinmeyeceklerini, belirtmişlerdi. Bu telgraf da bütün Afyonkarahisar halkı adına İsmail tarafından Sadarete gönderilmişti.
İzmir’in işgal edilmesi üzerine 21 Temmuz 1919 tarihinde Afyonkarahisar’dan bir protesto telgrafı daha gönderilmişti. Sözkonusu telgraf Sulh ve Selamet temsilcilerinden Üsküdarlı Mehmet Ali tarafından kaleme alınmıştı. Mehmet Ali Bey sözkonusu telgrafında, İzmir’in işgal edilmesiyle ortaya çıkan olayların genel kamu düzeni açısından kendileri için artık kabul edilemez bir noktaya geldiğini, istifa eden Damat Ferit Paşa kabinesinin millete karşı sorumlu olup olmadığını sormuştu. Mehmet Ali Bey telgrafında, yarın milletin kimi sorumlu tutacağının iyi düşünülmesi gerektiğini, tek çare ve şifa kaynağının Hilafet makamından beklendiğini dile getirmişti.
İstanbul’un işgal edilmesi üzerine Anadolu’nun her yanında olduğu gibi Afyonkarahisar’da da protesto ve mitingler tertip edilmişti. Afyonkarahisar’da yaşayan üçyüzbin Türk adına Karahisar-ı Sahip Mutasarrıfı Ethem Bey, 20.3.1920 tarihinde İtilâf Devletleri’ne ve tarafsız devletlere bir protesto telgrafı göndermişti. Protesto telgrafının bir kısmı da Heyet-i Temsiliye’ye gönderilmişti. Telgrafta, “Karahisar Sancağı dahilinde yaşayan erkek ve kadın üçyüzbine varan Türk–Müslüman ahali namına İstanbul’daki fevkalade komiserlere ve o yolla Avrupa’nın medeni devlet ve milletlerine arz ve beyan eyleriz ki, Osmanlı payitahtı ve hilafet kürsüsünün işgal altına alındığını duyduğumuz dakikadan itibaren zaten senelerden beri kaçmış olan rahat ve huzurumuz tamamen yok olmak yoluna girmiştir.
Hilafet ve saltanat merkezinin tazyik ve tehdit altında kalmasına tahammül edemeyecek olan ahalimiz kudretli Avrupa karşısında kendi maddi ve manevi kuvvetine dayanarak savaşmaya kalkışmak gibi bir hiyaneti kabul etmemekle beraber o merkezin kapılarında ve hilafet kürsüsü etrafında intihar etmek suretiyle takdir ve tenkitlerine terketmek mecburiyetini hissediyor”, bu telgrafın, kadın erkek bütün Karahisarlılar adına çekildiği belirtilmişti.
Görüldüğü gibi Yunanlıların İzmir’i işgallerinin hemen ardından Anadolu’nun diğer yörelerinde olduğu gibi Afyonkarahisar ve ilçelerinde de büyük bir tepki oluşmuştu. İşgale karşı duyulan tepki protesto mitinglerine dönüşmüş İtilaf Devletlerine tepkiler iletilmiş, Wilson prensiplerine atıflarda bulunulmuş, işgallerin kabullenilmeyeceği dile getirilmişti.
Hatice Alanoğlu: Hocam, Afyonkarahisar Yunanlılar tarafından iki defa işgal edilmiştir. Bu iki işgal dönemini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Ahmet Altıntaş: 27 Mart 1921-7 Nisan 1921 tarihlerinde Yunanlıların birinci işgalleri gerçekleşmiştir. Yunan Ordusu'nun bu işgali II. İnönü Savaşı'nda yenilmelerinden sonra stratejik zorunluluklardan dolayı Afyonkarahisar'ı boşaltmalarıyla sona ermişti. Birinci işgalde kayda değer bir yapılanma meydana gelmemişti. Yunanlılar Ankara hedefinden vazgeçmeyerek yeniden taarruza geçerek Kütahya-Eskişehir Muharebeleri'ni kazanmışlardı. Mustafa Kemal'in Eskişehir'in boşaltılması, Sakarya Nehri'nin doğusuna Türk Ordusu'nun çekilmesi talimatını vermesinin ardından ardından 13 Temmuz 1921-27 Ağustos 1922 tarihleri arasında şehir ikinci işgal dönemini büyük acılar içinde yaşamak mecburiyetinde kalmıştır. Bu dönemde Yunan Ordusu detayları bu bildirinin konu sınırlarını çok aşan eylemler gerçekleştirmişler tam anlamıyla büyük fecaatların yaşanmasına neden olmuşlardı. Sakarya Zaferi'nin ardından Türk Ordusu 26 Ağustos 1922'de Kocatepe'den Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde başlayan Büyük Taarruz 27 Ağustos 1922'de Afyonkarahisar'ın geri alınmasıyla sonuçlanmıştır. Afyonkarahisar 27 Ağustos'dan sonra da kurtuluş planlarına son şeklin verildiği şehir olmuştur.
Hatice Alanoğlu:Hocam Afyonkarahisar Türk halkı için direnişin güçlü bir simgesi, gurur duyulan bir şehirdir. Günümüzde yeterli önemi, hakettiği değeri görüyor mu? Şehri ön plana çıkarmak adına neler yapılabilinir?
Prof. Dr. Ahmet Altıntaş: Bu gün Milli Mücadele'nin 100 yılını kutluyoruz. Eskiye oranla biraz daha farkındalığın olduğunu söyleyebiliriz. Afyonkarahisar sadece Yunanlılar tarafından değil, aynı zamanda İngiliz, Fransız, İtalyanlar tarafından da işgal edildi. Aynı zamanda 2 Ağustos 1920'de Afyonkarahisar Kongresi yapıldı. Bu olayların daha derinlikli bir şekilde ele alınması gerekiyor. Bu nedenle 2021 ve 2022 tarihleri çok önemli. 13 Temmuz 1921'de ikinci işgalin ele alınıp sonuçlarının değerlendirilmesi gerekiyor. Milli Mücadele ruhunun anlaşılması için öncelikle farkındalık yaratılması gerekiyor. Bu konuda bilhassa medya, tv, gazetelerde konuların canlı tutulması gerekiyor.
Hatice Alanoğlu: Hocam çok teşekkür ederiz engin bilgilerinizi Odak gazetesi ailesi paylaştığınız için. Bizlere düşüne görev bu ruhu canlı tutmak, vatanın her karış toprağının kıymetini bilmektir.
>>>ODAK HABER MERKEZİ