“Kimi seçelim”, noktasında düşünceler?

Sevgili okurlar,

Abone Ol

Bugün müsade ederseniz, biraz da şu fokur, fokur kaynayan “siyaset kazanı” ile ilgili görüş ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim..
Siyaset, ülkemizde “iki yüzlülük” olarak ta tarif edilir!
Öte yandan, siyaset bir bakıma; “çatışma halinde olanları, yani grup, küme ve toplumu uzlaştırma, birlikte bir hedefe yürütme” faaliyeti olarak ta adlandırılır..
Peki, bu bağlamda irdelememiz gereken “politika” ile ilgili, ne söyleyebiliriz?
Politika’da“yukarıdaki uzlaşma kültürünün, devleti yönetme ve verilen demokratik görevi belli tarihler arasında yerine getirilmesi sanatı” olarak değerlendirilir..
Öyle de, bu denklemde,“siyasi partileri”, nereye koyacağız?
Siyasi partiler de; “belli bir kültürün, siyasi anlayışın, belli fikir toplulukları altında oluşumu ve halka hizmeti esas alan, devleti yönetmeye talip olan” oluşumlardır..
Demokrasinin, vazgeçilmez kurumlarından söz ediyoruz..
Demokrasilerde, en önemli kurum seçimlerdir..
Yani sandığın, milletin önüne getirilmesidir..

EGEMENLİK HAKKI?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yasalarında, bunun en belirgin lafzı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki ifadedir;
“Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir!..”
Buraya kadar, ülkemizin, en ücra köşesindeki vatandaşıma, “siyaseti, politakyı, tane, tane anlatmayı, görev telaki” ediyorum..
Bu görevi üstlenen, “Başta Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, ülkemizin nice demokrasi aşığı olan vatanseverleri, yurtseverleri, bu ülkeye sevdalıları dile getirmiş, ortaya koymuş, yaşaması ve yaşatılması yolunda”, bedeller bile ödemişlerdir..
Bu demokratik hakkı kullanım, ülkeden, ülkeye büyük değişim gösterir..
Bazı otoriter rejim ile yönetilen ülkelerde de, seçimler yapılır..
Yapılır ama, “tek parti, tek adamı seçmekten öte”, bir şey değildir bu seçim?!
Önünüze sandık konsada, “yasalar hep, bu otoriter gücü seçmekten öteye”, bir işe yaramaz!..
Ama, “demokratik ülkelerde, bu durum”, öyle midir?
Elbette hayır!

SEÇME VE SEÇİLME HAKKI?
Bu demokratik ülkelerde, “seçme ve seçilme hakkına sahip vatandaşlarımız, sandık başına gider, özgür iradelerini kullanarak”, gerekeni yaparlar..
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, “seçimler ülkenin en önemli eşiği” olarak görülür, bilinir..
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk meclisi, ilk yıllar ve “1946 sonrası, çok partili döneme geçiş, bugüne geliş hakkında, elbette herkesin bir düşüncesi, bir bilgisi” mevcuttur..
Üzülerek ifade edelim ki, “Türkiye’de bu seçimler müessesi, iktidar partisi ile ortakları adına” hep değiştiregelmiştir!
Yani ülkede seçimler, “bir grubun, bir kümenin, bir oluşumun iktidarda kalması için yapılır hale” getirildi!
Bunun, çokça örneği var..
“Devleti, kurumlarını, ülkenin zenginliklerini, hak, hukuk, adalet, eşitlik, liyakat ve tarafsızlık esası adına yönetmesi için, sandık başına giderek, yetki verdiklerimizin karneleri” üzülerek söyleyelim ki, çok iyi gözükmüyor..
Burada objektiflerimizi, direkt siyaset kurumu üzerine çevirebiliriz..

İSTİFA ETTİ, KÖŞESİNE ÇEKİLDİ?
Bakınız, Belçika’da hafta başı Flaman Sosyalist Parti(Vooruit) Genel Başkanı Conner Rousseau, “bir kahvehanedeki ırkçı söylemlerinden ötürü hedefe kondu ve istifa etmek zorunda” kaldı.
Türk kızı Funda Oru’nnda eş başkanı olarak birlikteliğindeki genel başkan Conner Rousseau’nun, “sıradan bir kahvehane konuşması nedeni ile istifa ettiği” gerçeği ortadayken, “Türkiye’de ki durumu” sizlere bırakıyorum!..
2000’li Yıllardan itibaren Türkiye’nin gündemini işgal eden,” farklı bir siyasi anlayış” var!?..
Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, “arkasına halk yetkisini de alan bu oluşumun, eleştirilecek, o kadar yanı, yeri var ki”, hangi birini sayalım?
Televizyonlar, “her gün bangır, bangır bu gerçekleri” bizlere ulaştırmıyor mu?
Radyolar, gazeteler farklı bir dilden, bu gerçekleri bize fısaldamıyor mu?

KÖS, KÖS DİNLİYORUZ!
Ama, “kös dinliyoruz, kös bakıyoruz, kös, kös, burnumuzdan, taraftarı olduğumuz parti, siyasi lider hakkında kıl aldırmıyoruz” ya!?
İşte bunun adı;”kutuplaştırma, ötekileştirme ve buradan menfaat sağlama” değil midir?!
Zaten, “siyaset bir bakıma, belli menfaat grupların birlikteliği  ile bir araya gelmesi, devleti bu bağlamda yönetmesi” şeklinde özetlenmez mi?
Partilerin söylemlerini, ortaya koyduklarını,  fikirlerini, savunduklarını ve liderlerinin dillerinden dökülenleri de, sizlere bırakıyorum?..
Türkiye’nin, “siyaseten getirildiği bu noktada, bize bir şey söyleme görevi mi” düşer?
Bunu, pekala “etki ajanları, siyaset bülbülleri, trolleri, taraftarları..” çok güzel yerine getirmiyorlar mı?
Uzatmayalım!
Yine objektiflerimizi, Ankara’dan, Sakarya’ya, Afyon’a ve başka illere döndürelim?
Ne mi, görüyoruz?

MÜMKÜN MÜ?
Evet,”yerel seçimler öncesi, yine menfaat hareketliliği, öne çıkma, parsayı kapma, bir adım öne çıkma, kendini gösterme, belediye başkanlıklarına uzanma yarışı “var!
Manzara bu değil midir?
Öyleyse, söylenecek ne kaldı ki?
Bir kenti yönetecek, gerçekten bu göreve layık, bilgisi, becerisi, donanımı ve hüsnü kabul görmesi ile “her kesimin belediye başkanı olacakları seçme yerine, siyaseten bir adım öne çıkan, güç gösteriminde bulunan, yakasına taktığı parti rozetine güvenenlerin, parti lideri ve avanesinin icazetini bekleyen, ganimete uzanma yarışı içindekilerin mücadelesi” gerçekten düşündürücü!?
Belediye başkanlıklarını bırakınız, “muhtarlık seçimleri bile büyük koltuk kapma yarışına dönmüşse, bu ülkede bir şeyler yanlış gidiyor” demek değil midir?
Gel de, böyle bir siyasi ortamda, “kenti yönetecek, halkın güvenini sağlayan, herkesin birliktelik yaptığı adayları seçin” bakalım?
Mümkün mü?

ANKARA YOLUNU TUTANLAR?
Onun için, “bugünlerde Ankara gidip gelmeleri” olağandan fazla sıklaştı..
Bu yolda yarışanlara, koşanlara, ne diyebiliriz ki?
Devir bu ya, bal tutan parmağını yalamıyor mu?
Onların, ne eksiği var?
Peki, “halkın güvenini sağlayan, birliktelik ettiği, bu kenti, bu ilçeyi teslim etme arzusunda olduklarımız” ne olacak?
Bu siyasi anlayışta, bu siyasi yapıda, yani bu siyasi konjonktörde, işleri zor!
Onların, adaylıkları mı?
Bir başka bahara, bir başka siyasi anlıyış ve bir başka siyasi gelişmelerde!?
Bakalım, “süreç nasıl işleyecek, nasıl bir seçim atmosferi ile baş başa”, kalacağız?
Bakalım, “kimi seçelim noktasında”, halkımıza, ne görev düşecek?