İlk kare: Başka hiç bir dert yokmuş gibi ülkenin gündemine oturan ve günlerdir tüm medyanın konuştuğu, futbol aleminin paraya para demeyen zeka ve ahlak seviyeleri sorgulanası kahramanlarının kazandıkları inanılmaz paralar yetmiyormuşçasına daha çok para, daha çok mal mülk, daha pahalı arabalar için torbalar içinde taşıdıkları paraları kayıt dışı gelir etme sevdası ile tamamen bilerek girdikleri bir üçkağıt sistemine kaptırmaları.
Yani bir gözü doymazlık, “hep daha çok” peşindeki bir hırs, bir aç gözlülük hikâyesi.
İnsanımız yaşam mücadelesi verirken, poşetlerde milyon dolarları verip bir ay sonra artanmilyon dolarları yine poşette alma konusunda hiç bir utanma duygusuna sahip olmadıklarını belgeleyen aç gözlüler.
Herkes kim olduklarını biliyor, ülkenin en tanınan el üstünde tutulan tayfası.
İkinci Kare: Geçtiğimiz günlerde gazetelerde yayınlanan bir binanın çatısına dayanmış bir merdiven fotoğrafı ile verilen küçük bir haber. Habere göre 79 yaşında geçimini sağlamak için hala çalışan ve Avcılar'da tamir ettiği apartmanın çatısında çatı tamiri yaptığı sırada kalp krizi geçirerek yığılıp kalan ve karşı binadaki insanların iki saat orada yığılı kaldığını görüp polise haber vermesi üzerine orada hayatını kaybettiği anlaşılan Hacı Bayram Kaymak.
Ve biz;
Bu ülkede 79 dokuz yaşında evinde çayını içip huzur içinde hayatının son günlerini geçirmek yerine, damlarda çatı tamiri yaparak alnının teriyle beş on kuruş kazanmaya çalışan insanlar, en ucuz halk pazarlarında dahi sebze almaya parası yetmediği için pazar kapanışında çürük sebzeleri toplayan kadınlar, bu gün asgari ücretle yaşayan milyonları değil, bir avuç para ve güç hırsı peşindeki ünlü futbolcunun daha çok milyoner olmak için kaptırdıkları parayı konuşuyoruz.
Medyanın ahlaklı insanların onurlu yaşam mücadelesini görmezden gelip yüzünü bir avuç ünlü milyonerin haksız kazanç peşinde kaybettikleri paraya çevirmesi ise ayrı bir utanç kaynağı.
Yine her zaman olduğu gibi bir alıntı ile bu günü noktalayalım. Yeni bir yazıda birlikte olana kadar sağlığınıza ve insanlığınıza iyi bakın efendim.
DİLENCİ RÜSTEM~
°Üniversite'nin önünde duran, hasta ve yaşlı dilenci her zamanki gibi çok açtı... Ve elini uzatıp yiyecek bir şeyler istiyordu geçen öğrencilerden. Para almazdı. Garip bir adamdı gerçekten.
-"Ben dilenci değilim. Sadece çalışamayacak kadar hasta olduğum için yiyecek bir şeyler istiyorum. Takatim olsa inanın insanlara el açmak yerine çalışırdım -" diye ağlardı içli içli...
El sanatları binasının önündeki taş duvara yaslanırdı güç almak için çoğu zaman...
El sanatları bölümünün şımarık öğrencileri ise, kantinde yedikleri yemeklerin artıklarını, hoşlarına gitmeyen yanık kısımlarını, bulaşık tabaklarında bir hayvanın önüne verir gibi, yaşlı dilenciye götürürler, telefonlarıyla artık yemekleri verirken, öz çekim yaparak,
-"Bugünde hayrımızı yaptık şükür-" diye paylaşırlardı dalga geçerek...
Adının Rüstem olduğunu öğrendiği adam, sınıfın en suskun ve dışlanan kızına el uzattığında ise, kız dönüp giderdi dilenciyi umursamadan... Diğer öğrenciler ise dilenci Rüstem'le dalga geçercesine,
-" Cimri Nagehan’a el uzatmakla hayatının hatasını yaptın babalık, birine birşey ısmarlamamak için katinde yanımızda yemek dahi yemez. -" derlerdi sırıtarak... Tam bir yıl bu durum böyle devam etti. Dilenci Rüstem gözyaşlarıyla ne kadar ellerini açsada, Nagehan bir kez olsun dönüp bakmamıştı yüzüne. Diğer öğrenciler ise yemek artıklarını getirip, dilenci Rüstem'e verirken profillerini, dilenciye verdikleri yemeklerin resimlerini çekip, güzel bir notuda altına yazarak süslediler....
Son sınavların yaklaştığı zamanlarda, bölüm öğretmeninin telefonu çaldı bir gün... Saatler sonra ise Nagehan elleri titreyerek kartını bankamatiğe sokmuştu buğulu gözlerle...
Bir dakika sonra toplam bakiye ekrana geldiğinde, gördüklerine inanamamıştı... Kartı çıkarıp tekrar taktı... Yine aynıydı. Bir yanlışlık vardı...
Bankaya girdi telaşla... Veznedeki kadına hesabında, hayatında bir arada göremeyeceği bir para olduğunu söylediğinde, yanlış bir durumun olmadığını söyledi kadın... Soğuk terler döküyordu. Sınava az bir zaman kalmış, aklını sınava vermeliydi biran önce.
Dakikalar önce gördüklerini sildi biran aklından. Tam sınıfının olduğu koridor'a geldiğinde, bölüm öğretmeni karşıladı Nagehan’ı...
Ve Rüstem Tunçbilek isimli bir adam hesabına yüklü miktarda para yatırdığını ve bu parayı gönül rahatlığıyla harcayabileceğini Nagehan’a iletmesini istemişti bölüm öğretmeninden...
-"Dilenci Rüstem deyin o anlar hocam -" dediğinide sözlerine eklediğinde öğretmen hanım, o an gözyaşlarına boğulmuştu Nagehan...
Haber sınıfta dakikalar içinde yayılmıştı...Herkes o kadar şaşkındı ki.
Tam bir hafta sonra, el sanatları bölümünün önünde dilenci Rüstem'in yaslandığı duvarın önünde şık giyimli bir adam duruyordu....
El sanatları öğrencileri ilk bakışta tanımasalar da, dilenci Rüstem olduğunu anlamışlardı sonrasında şık giyimli adamın... Kızgınlıkla adamın yanına gidip hep bir ağızdan,
-"Sana yardım yaparak, doyuran bizdik. Ama bir defa bile yemeğini seninle paylaşmayan o cimri kızın hesabına nasıl o kadar para yatırırsın. O paralar bizim hakkımızdı? -" dediklerinde, dış ülkede yaşayan ve bir zamanlar kendisini dolandırıp tüm mal varlığını elinden alan, senelerce küs kaldığı, hatasını ölüm döşeğinde anlayıp özür dileyen ve helallik isteyen kardeşinin bıraktığı mirasla zengin olan, eski adıyla dilenci Rüstem, yeni adıyla Rüstem bey dikkatlice baktı, senelerce artık yemekleri verirken dalga geçen ve canını acıtan gençlere. Ve az ileride mutlulukla kendisine bakan Nagehan’ı göstererek şöyle dedi...
-"Siz onu cimrilikten, size yemek ısmarlamamak için kantinde yanınızda yemek yemediğinizi sanıyordunuz ama yarım gün simit satarak okul masraflarını karşılayan fakir bir kızdı o... Siz okuldan gittiğinizde elinde sıcacık yemeklerle koştur koştur yanıma gelirdi... Amcacım bu akşam bu yemek vardı evimizde umarım beğenirsin. Sen hiç merak etme olur mu? Ben sağ olduğum sürece sana o günkü rızkım neyse ondan getireceğim derdi samimiyetle buğulanan gözleriyle bana bakarak... Elinde telefon olmadığı gibi yaptığı iyiliği kimse bilmesin duymasın diye de kısık sesle konuşurdu. O para Nagehan’ın hakkı... Merhamet acımak değil acıtmamaktır. - "dediğinde gözyaşlarıyla el sallamıştı Nagehan’a... Ve elini kalbinin üstüne koyarak teşekkür eder gibi bir hareket yapıp yürüyüp gözden kaybolmuştu...