Sana bu satırları cumartesi gecesi Kastamonu’nun Cide ilçesinden yazıyorum Bünyamin! Burası oniki bin nüfuslu küçük, şirln bir ilçe. Güzel bir sahili var. Havası temiz ama biraz serin, tıpkı Afyon’umuz gibi. Kışın en fazla eksi birleri görürmüş. Kışın evlerde odun sobası kullanılırmış. Hababam Sınıfı’nın yazarı Rıfat Ilgaz da bu küçük sahil kasabasında yaşamış ve aynı isimli kitabını da burada yazmış.
Hatice Hanımın milletvekili arkadaşlarının tertip ettiği iki günlük bir geziye katılmak için buradayım. Aslında Cumartesi günlerini dosyalar üzerinde çalışmak için diğer iş günlerine göre daha çok tercih ederim . Hafta içi gelen gidenlerden fazla vakit kalmıyor biliyorsun. Gelene git denil(e)meyeceği için rızaen veya mecburen(!) gelenlere zaman ayırmak gerekiyor. Bu da bizim dosyalarımız üzerine eğilmemizi kısmen de olsa engelliyor. Ama cumartesi günleri bu yönden bayağı rahat oluyoruz. Rahat rahat büro ve dosya işlerimizi yapıyor, eksiğimizi gediğimizi gideriyoruz.
Hafta sonu çalışmak tabiiki iş yasalarına aykırı ama iş kendi işimiz olunca sorumluluklarımızı ifa etmekle mükellefiz. Avukata işini tevdi eden kişi avukatın müvekkili, o işi uhdesine alan avukat ta mezkur işin mükellefi olur.
Ayrıca bir işin yapılmış olması çoğu zaman yeterli olmayabilir. Yapılacak işin hem istenilen evsafta hem de zamanında yapılması gerekir ki mezkur ilin sıhhatine halel gelmesin.
Kendi işinde çalışan kişiler çoğu zaman resmî ya da özel sektörde çalışanlara göre kendi zamanından, kendi özel hayatından, hobilerinden, çoğu zaman feragat ederek çalışırlar. Bu böyledir ve böyle de devam edecektir.
Şahsî çalışmayı zaman ve şartları itibariyle sınırlandıramayan, daha doğrusu eğitemeyen kişiler onca yol çalıştıklarının karşılığında kazançlarıyla elde edemeyeceği veya çözemeyeceği sorunsallara karşılaşırlar.
O da insanın kendine ayırması gereken zamanı ayıramayacağı zamanlardır. Giden zaman geri dönmemektedir. İnsan sahibi olduğu tüm varlıklarının hepsinden feragat etmeyi göze alsa bile geçen bir lahzayı dahi geri getirmeye muktedir olamamaktadır çünkü.
Bir defasında kendisiyle yaptığım her sohbetten büyük keyif aldığım Avukat Mehmet Çelikörs Abim günübirlik bir seyahate çıkacağımız zaman “Gidemeyiz, işlerimiz var, zamanımız yok.” falan dediğimizde bize “Kendiniz için bir gün çalın! Bugünler bir daha gelmez.” demişti. Şimdi daha fazla hak veriyorum kendisine. Haklıymış, hem de ne haklıymış...
Bu haftasonu için böyle bir proğram olduğu haber verilince Mehmet Abi’min o zamanlar söylediği o söz aklıma geldi ve bu nedenle gidelim dedim.
İyili de gelmişiz. Çankırı’da İzbeyli Çiftliği’nde kahvaltı yaptık bugün sabah. İzbeyli Çiftliği Üçüncü Mehmet tarafından “tımarlı sipahi” olarak kurulmuş. O çiftliğin bugünlere kadar devam edegelmiş bir mirası burası. İkindiye doğru Kastamonu’nun kendine özgü etli ekmeğini yedik. Etli ekmek dediklerine bakma sen! Bizim etli ocak bükmemiz gibi. Lezzeti de bizim ocak bükmemizin lezzetini aratmıyor.
Akşam denizden yeni tutulmuş balıklardan oluşan bir sofrada ağırlandık. Balığın yanında ekmek yenmezmiş. Ama bir Afyon’lu olarak ekmeksiz yemeye alışkın değiliz tabii. Tatlı faslından sonra ister istemez siyasi sohbetler başladı. Siyasetten taze bilgiler aldım. Ankara’daki gündem haberlerini ilk ağızdan dinleme fırsatımı yakaladım. Her ne kadar pek bu köşeye aktarmasam da yine de siyaset ile dolaylı da olsa ilgilendiğimi bilirsin. Taşrada yaşayan ve iyi kötü okuyup yazan birisi olarak kendimce yaptığım gözlemlerimin Ankara tarafından gelen haberlerle doğrulandığını görmek de gönendirdi beni doğrusu. Şu kadarını diyebilirim ki siyasetin alışılagelenden daha farklı durum ve sonuçlara gebe olduğu mümkün ve muhtemel.
İki gün burada zihnimi resetlemeye çalışıyorum sadece. Tortularından temizlenmiş bir zihnin önümüzdeki haftalarda daha iyi bir performansla çalışmaz mı?
Yarın sahili dolaşacağız. Belki bir tekne ile bir kaç saat gezeriz de. Deniz’in havasını iyice içime çekmek istiyorum. Aslında temiz bir sahili olan bu küçük kasabada daha fazla durmak isterdim.
Hatta zaman zaman denizi olmasa bile palmiyesi olan bir yerde yaşamak lazım dediğimi arkadaşlar bilir. Çünkü bence palmiye hayatın canlılığın bir işareti ve sembolüdür.
Zaman zaman yaptığımız bir kaç günlük tekne turlarında bile bir iki kitap okumaya çalıştığımı bilirsin. İnsanın zihni ve tabiiki bünyesi neye ihtiyaç duyuyorsa onu temin etmeye çalışıyor. Ne ki yarın akşam Afyon’a dönmemiz gerek- mekte. İşler bizi beklemekte.
Afyon’a döndüğümüzde seninle “Avam ve Havas” ile ilgili notlarımı paylaşacağım. Haa bu arada sen de fırsat bulursan kendin için ensinden bir kaç gün çalmaya çalış. Sezen Aksu’nun dediği gibi iyi geliyor inan. Tebdil-i mekanda ferahlık vardır denilir.